Yaşlı Derviş

Sakalları ve saçları uzamış, ak pak.Bir elinde âsa, sırtında kalın bir aba,dağların zirvelerinde bir süre dolaştı durdu.Derken küçük bir dağ köyüne rast geldi.İlk gördüğü evin kapısını çalıp sofralarına oturdu. Korkak, ürkmüş toprak kokan ellerin bereketi, sofralarındaki ekmek. Keçi sütü, yoğurt, soğuk dağ suları, yağı alınmış dinsiz çökelek, biraz tereyağı hepsi, hepsi bu.Korku, doğaya sinmiş bir çakal. Açlık, avurtları göçertmiş bir yel. Çocukların kocaman gözleri, küçücük elleri ve yalın ayakları umarsız bir koşmaca köy meydanında.
Makaslanmış saçlarını okşadı çocukların.Birini arıyordu sanki.Belki de kendini arıyordu içlerinde. Bu dağ köyünde bir başına tek başına bıraktığı çocukluğunu arıyordu!..
İşte orada güneşten iyice yanmış, kararmış rüzgarla yarışırcasına koşuyor.“Masalcı geldi, Derviş geldi, koşun!”Takılıp diğer çocuklarla birlikte Dervişin ardına, kapı kapı dolaştılar. Derviş önde çocuklar ardında gelip söğüdün altına oturdular.
Derviş çocukların saçlarını okşadı. Onları sevdi, birini diğerlerinden ayırmadan. Her birinin gözlerinin içinde bir şeyler aradı. Akar sular kadar berrak, hilesiz gözlerinde onların kendisiydi aradığı.
Heybesinde her zaman bir somun ekmek ve geçtiği yollardan toplanmış yaban meyvaları olurdu. Neyi var neyi yok paylaştırdı çocuklara.En çok da sevgisini..henüz yeni ergen olmuş kızlara,kırmızı beyaz iplerle saç örgüsü yaptı, açılmasın diye de sonuna düğmek ataraktan.Genç kızların dileği yerini bulsun, evin bereketi olsun, seven iki gönül bir, canlar sağ, yollar açık, kimsecikler hasret çekmesin, gidenler dönüp evin yolunu bulsun diye.Bize; çocuklara masallar anlatırdı.Bir varmış bir yokmuş diyerekten başlar,nedense pireleri berber etmeden uzak dağ köylerinin yalnızlığa itilmişliğini ve kurt,çakal ulumalarına terk edilmişliğini anlatırdı.Bir zamanlar güzelliği ve özgün mimarisiyle dillere destan olan Harran şehri süslerdi masallarını.Muhtemelen yok olmaktan kurtardığı bazı eski Yunan elyazmalarını bağrına basmışdı.
Bizim yanımıza geldiğinde,işaret ederek:“Sen” dedi saçlarımı okşarken, “Bu bucak sana dar gelir, bu dağ,yayla seni tutamaz, engel olamaz. Seni uzun, uzak yollar bekliyor.”
Yüreğimi bir telâş bastı. Köyümü çok özleyecektim... Ana-babamı, çocukluğumu..Ağzımı açtım lakin bir şeyler söyleyemedim. Susamıştım o an, yutkundum. Kalkıp oradan gitmek istedim. Hemen yollara düşüp gidecekmişim gibi geldi bana, vazgeçtim ve bir daha yerimden kımıldamadan öylece kalakaldım.“Gün döner gece olur. Gün yırtıp her seferinde karanlığın bir yerini, ışık olur. Zaman akar devran döner. Gün güne eklenir ay, ay aya eklenir yıl olur. Çok düğün olur davullar vurulur. Hepiniz büyür er kişi olursunuz.”Başlamıştı masal.Ak sakalını sıvazladıkça bir ışık çakıp gözlerinde ışırdı. Birileri,dünden getirip masalı orada bırakmışlardı.O, onların bıraktığı yerden başlayıp anlatıyordu.“Her adım bir sonrakini çağırır. Her yürüyen menzile biraz daha yaklaşır. Bugün dünden, yarın bu günden güzel olur. İnsanoğlu aç bir kurda benzer. Gündüz gözü ile kümes talan eden tilkiye benzer. Bazen saf bir koyun gibi bıçaklara yürür.İnsanın en makbulü ise karınca gibi çalışanı. Bir olup birlik olanı. Aşını ekmeğini aslanın ağzından alanıdır.”Etrafında oluşan çember gittikçe büyüyordu. Çember büyüdükçe daha çok sokuluyorduk birbirimize. En içte çocuklar bağdaş kurmuş oturmuşlardı.Onların hemen arkasında yetişkin erkekler diz çökmüşlerdi, en dışta da kadınlar ayakta duruyorlardı. Kimsede ses yoktu. Hepimiz; çocuklar, genç kızlar erkekler, yetişkin erkek ve kadınlar pür dikkat onu dinliyorduk.“Yüreğin en makbulü” dedi.Sıra yüreğe gelmişti.“Sevmesini ve bağışlamasını bilendir. Sevmeyen yürekler, pas tutmuş demir gibidir. Bir işe yaramaz. Yollara düşenler, dağları aşanlardır. Gün olur, kan kardeşliği, yerini ter kardeşliğine bırakır. Gün olur, onların teri ve avuçlarının içindeki güller konuşur.Dağları saran, köy yollarını tutan bu miskinliğimiz, demir gibi erir, şekil alır gürz olur. Her bir sümüklü oğlan, her bir naçar kız, Ferhat olur, Şirin olur.Mevsim döner, yaz olur. Uğruna ölecek aşklar olur.Elmadaki diş izinden bu yana gülmedi insanlığın yüzü. Gülecek. Nar olup açacak. Gün olur yalanı, yılanı bir gülmece olur. O zaman gülecek insan.”Bakışlarıyla içeri girip yüreklerimizi tutuyordu sanki. Gözlerimizden okuyordu alnımızdaki yazgıyı. Her sakalını sıvazlayışıyla, ışıklanıp parıldıyordu gözleri ve bizi sarıp sarmalıyordu.“Sevmek zor iş. Sevmek emek ister” deyip bitirdi sözlerini. Akabinde,“Akşam olmakta, yollar bizi bekler, yollara düşme vakti” deyip hazırlanmaya başladı.Yaşlı ellerini toprağa basıp doğruldu. Heybesini omuzladı. Yollara düştü. İnce köy yollarında bir toz kalktı, bir toz duruldu. Derviş geldiği gibi gitti. Ardında bıraktığı kelamları,rüyalarımıza misafir olan masalları kaldı.


Efrasiyab..

Hiç yorum yok: