Gerçeklik
Gerçeklik en büyük yanılgıdır;bir yanılsamadır.
İnsan kendi zihnini yönlendiren bazı putları yıkmadıkça gerçeklik ve varoluşun gerçek manada ne olduğunu anlamayacaktır.
İlim iki türlüdür.. Biri, çevreden okunarak elde edilen, sözel bilgiler yani "Zâhiri ilmi", diğeri ise sadece iç temizliği ile, salt içsel olarak duyularak elde edilebilen "bâtin ilmi" dir.Bizim bu yazıdan kastımız ise içsel duyular sayesinde elde edilen bâtin ilmidir.Söze dayanan teorik bilgilerle işimiz yok.çünkü bu tür bilgi bilgi değildir..Derler ki,ezberden öğrendiğin bu tür bilgileri unuttuğunda cahilin teki olur çıkarsın!Eşeğin üzerinde onlarca kitap ama o sadece bunları yük olarak görür ve taşır.Bizlerin de sözel bilgilerden yola çıkarak ilim öğrendik havasına bürünüp böbürlenmemiz eşeğin işine benzer. Oysa iç bilgi, dıştan okunarak elde edilemez, bu bilgi insanın içinden doğarak gelir ve gerçek bilgi budur.
Bazı yollarla ilimin kemale erdirilmesi ve böylece bunun toplumsal düzeni güzelleştirmek hatta mükemmel hale getirmek için kullanılması gerekliliktir.Bu da Batın ilminden geçer..çünkü diğer ilim insanın kendisinedir.
Bizler hastalarız;gönül gözleri görmeyen hastalar..hakikat ise hastalığın geçmesidir,varılacak yerdir,hakikat yaptığın İŞ in semeresidir;oradaki incilerdir.Hakikat, tasavvufda kelime manasıyla bir şeyin aslı anlamını taşır.
Gerçeklik diye bahsettiğimiz şey(parapsikolojik manada)tamamen saçmalık..yanılsama..
Kimileri,’hadi sana bir çimdik atayım da,bakalım gerçek bir hayatta mısın,değil mi?.’ diye saçma bir yönlendirme yaparlar kafalarında..halbuki iş öyle değil!..
gerçek,hikayeni;tüm yaşamında yaşadığın anıları unutman ve gelecekle kurduğun umutlarını yakmandan geçer,gerçeklik..
Şu An ı yaşamamız dileklerimle..
Efrasiyab
Vizyon
Vizyon yeteneği başlı başına bir fasafiso..ben görüyorum da ne oluyor!..neden insanlar böyle mucizevi şeylerin peşinden sürüklenip,kendisinin de böyle bir yetiyle olağan yaşamdan çıkıp farklı görmek istesin!..buna hep şaşarım..halbuki çevresinde öyle olağandışı şeyler olmaktaki bunların farkında değil..bunlar bir numaralı mucizeler halbuki..
Bilirsiniz,meskalin en çok Peyote kaktüsünde bulunur..bi keresinde,İzmir’de kısa bir süreliğine ikamet ettiğim senelerde Carlos Castaneda'nın ilk kitabından etkilenip DOLMUŞA BİNDİM..:)..bazı vizyonlar gördüm..ilk başlarda kendimi vücudumdan ayrılmış gibi hissetmem ve derin bir sessizliğin çukuruna yuvarlanır tribine girmem paranoyak yapmıştı beni..ardından dar bir yolda yürümeye başladım..bilirsiniz yürüme içsel söyleşiyi keser..ve bunu bilerek yapıyorum;bilinçli..ama yürüyüşüm düzenli(ritimli) olmakla beraber bana ters gelen bir yürüyüş tarzıydı;yılansıvari.bu suretle tonalim gerçekten doldu ve farklı bir boyuta fırlattı beni..Buda,nasıl ki padişhalığını terk edip Mutluluğu bulmaya gittiyse ben de,ışıklı,parlak bir tünelden(ama tünelin çevresinde ‘inorganik varlıklar’ türünde oluşumlar sürekli beni ya güzel bir şekilde çağırıyor,ya da ürküntü veren bir oluşumla etkilemeye çalışıyorlardı..)geçiyordum.. organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisi olan öforik bir hale soktu..bu bitki gerçekten kullanmasını bilen kişilerin elinde bir harika..bir de ben bir çömezdim ve bir bilgi adamının çömezi..hatta resmini bile çizmişimdir..
İş tünelden çıktıtan sonra idi..
Daha sonra sessizliğin sesini duydum işte!..
Çünkü yaradanı sessizlik içinde ve yüreğinde bulursun.
Bu tür erk bitkileri kullanmamıza gerek olmadığını,daha sonraları okumalar yaparken Gazali’nin bir kitabındaki makaleye samimi olduğumu hissederek terk ettim..
Bence mutluluk,Buda gibi olmaya özenmek değil,Buda olmaktan geçer..mutluluğu aradıkça daha mutsuz olucaksın..çünkü mutlu olmanın düşünü kuruyorsun..halbuki ıstırap içindesin ve öyle battıkça batacaksın..mutlu olmayı unut..kül olmadan tekrar doğamazsın!
Evet mutluluk zor zanaat! peşinde koşulası değil,hiç!
Sevgiler..
Atlantis
Bir seferinde onlara eskilerden söz açmaya sürüklerken,önce kendi inanışlarına göre ilk insanın yaradılışını,tufanın çıkıp onları kurtaran adamı anlatmaktayken bir rahip onun sözünü yarıda kesip,”Ah Solon,Solon”demiş..”Siz Helenler her zaman çocuksunuz,sizin memleketinizde hiç bilge yok!”Bunun üzerine Solon,”bununla ne demek istiyorsunuz?”diye sorunca,rahip ona,”Sizin hepinizin ruhları çok genç diye cevap vermiş, çünkü kafanızda ne bir eski geleneğe dayanan , öteden beri edinilmiş fikir ne de zamanla ağarmış bir bilginiz var. Bunun sebebi şudur . İnsanlar birçok şekillerde yok edilmişler daha da edileceklerdir. En büyük felâketler ateşle sudan gelmişti , ama bin türlü başka sebeplerle meydana gelen daha küçük felâketler de vardır. Sizin memleketinizde de bir gün babasının koşu arabasını koşturup yine aynı yoldan süremeyince yeryüzündeki her şeyi yakan , kendisi de yıldırımlarla vurulup ölen Helios’un oğlu Phæton’un hikâyesi gerçekten bir masal gibi anlatılır , ama hakikat şudur ki , gökte dünyanın etrafında dönen gök cisimleri bazan yollarından şaşarlar , uzun aralıklarla meydana gelen bir tutuşma yeryüzündeki herşeyi mahveder. O zaman dağlarda , yüksek kuru yerlerde oturanlar , şehirlerde , deniz kenarında oturanlardan daha çok mahvolurlar. Fakat , Nil , her zamanki kurtarıcımız olan Nil , taşarak bizi bu felaketten de kurtarıyor. Bunun aksine Tanrılar , bir tufanla dünyayı yıkadıkları zaman yalnız dağdaki sığırtmaçlarla çobanlar kurtuluyor, ama sizin şehirlerin ahalisini nehirler alıp denize sürüklüyor. Halbuki bizde sular hiç bir zaman ovalara yükseklerden gelmiyor, her zaman tabiî bir şekilde toprağın altından çıkıyor. İşte burada en eski adetlerin bundan dolayı korunmuş olduğu söyleniyor. Fakat gerçek şudur ki : kendilerini kaçıracak kadar şiddetli bir soğuğu da yakıcı bir sıcağı da almayan bir yerde , her zaman az ya da çok insan vardır. Hem sizde olsun , bizde olsun , , yahut da adını duyduğumuz başka bir ilde olsun , güzel , büyük , yahut da başka bir bakımdan ilgiye değer bir şey meydana gelmişse bütün bunlar , en eski çağlardan beri burada tapınaklarda duruyor , böylece de korunmuş oluyor. Sizde ve başka uluslarda tam tersi , daha yazmayı ve devletlere lazım olan her şeyi öğrenir öğrenmez , gök yüzünün suları belirli bir zamandan sonra , bir hastalık gibi sağanak halinde üzerinize yağıyor , içinizden okuyup yazması olmayanlarla cahillerden başkasının kurtulmasına meydan bırakmıyor ; o kadar ki toy çocuklar gibi kendinizi yeniden , hareket ettiğiniz yolun başında buluyor , eski zamanlarda , burada , kendi memleketinizde olup bitenlerden hiç bir şey bilmiyorsunuz ; çünkü Solon , yurttaşlarının biraz önce saydığın soyu sopu , sütnine masallarından pek farklı değildir. Her şeyden önce daha eskiden bir çok tufanlar olduğu halde siz , bir tek kara tufanını hatırlıyorsunuz ; sonra insanlar arasında görülen en güzel ve en iyi soyun sizin memleketinizde doğduğunu ve kendinizin , senin de bugünkü devletinizin de , felaketten kurtulabilmiş bir tohum sayesinde o soydan geldiğinizi bilmiyorsunuz. Bilmiyorsunuz , çünkü felaketten kurtulabilenler , bir çok nesiller boyunca , hiç bir yazı bırakamadan ölüp gittiler. Evet , Solon , bir zamanlar suların sebep olduğu en büyük felaketlerden önce , bugün Atina adı verilen devlet , savaştan yana en yiğit , her bakımdan ölçülemeyecek kadar da medeni bir devletti : Göğün altında sözünü işittiğimiz en güzel şeyleri başaran , en güzel siyasa kurallarını icat eden odur , diyorlar.”
Solon’un anlattığına göre , bunları duyunca şaşakalmış , rahiplerden eski yurttaşlarına dair ne biliyorsa hepsini dosdoğru , hemen kendisine anlatmasını rica etmiş . Bunun üzerine ihtiyar rahip cevap vermiş :
“ İsteğini yerine getirmememe hiç bir sebep yok , Solon , bunu senin hatırın için olduğu kadar yurdunun hatırı , hele sizinki kadar bizim ilimizi de koruyan , onları büyütüp yetiştirmiş olan tanrıçanın hatırı için de yapacağım. O tanrıça ki , sizin ili bizimkinden bin yıl önce , toprak ile Hephaistos’tan aldığı bir tohumla vücuda getirmişti, kutsal kitaplara göre , bizim ilin kuruluşundan beri sekiz bin yıl geçmiştir. Demek oluyor ki sana dokuz bin yıl önceki yurttaşlarının kurumlarını , onların en şanlı başarılarını kısaca anlatacağım. Başka zaman vaktimiz olunca bunların hepsini yeni baştan sıra ile teker teker ele alırız.
Biz burada ilinizin hayranlık uyandıran büyük başarılarından bir çoğunu yazılı olarak saklıyoruz . Ama bunların içinde bir öylesi var ki büyüklük , kahramanlık bakımından hepsini geride bırakıyor. Gerçekten eski yazılar , vaktiyle ilinizin , büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ile Asya’ya küstahça saldıran koskoca bir devleti yok ettiğini söylüyor. O zamanlar bu koca denizden geçilebiliyordu ; çünkü sizin Herakles Sütunları dediğiniz o boğazın önünde bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya’nın ikisinden daha büyüktü. O zamanlar oradan başka adalara , oradan da karşılarında uzanan ve gerçekten adını hak eden denizin kenarındaki bütün kıtaya ulaşılabiliyordu. Çünkü sözünü ettiğimiz boğazın iç tarafı , girişi dar bir limana benzer , dış tarafı ise gerçekten büyük bir denizdir. Etrafını çeviren kara parçası da gerçekten kıta denebilecek bir topraktır.
Yaşlı Derviş
Makaslanmış saçlarını okşadı çocukların.Birini arıyordu sanki.Belki de kendini arıyordu içlerinde. Bu dağ köyünde bir başına tek başına bıraktığı çocukluğunu arıyordu!..
İşte orada güneşten iyice yanmış, kararmış rüzgarla yarışırcasına koşuyor.“Masalcı geldi, Derviş geldi, koşun!”Takılıp diğer çocuklarla birlikte Dervişin ardına, kapı kapı dolaştılar. Derviş önde çocuklar ardında gelip söğüdün altına oturdular.
Derviş çocukların saçlarını okşadı. Onları sevdi, birini diğerlerinden ayırmadan. Her birinin gözlerinin içinde bir şeyler aradı. Akar sular kadar berrak, hilesiz gözlerinde onların kendisiydi aradığı.
Heybesinde her zaman bir somun ekmek ve geçtiği yollardan toplanmış yaban meyvaları olurdu. Neyi var neyi yok paylaştırdı çocuklara.En çok da sevgisini..henüz yeni ergen olmuş kızlara,kırmızı beyaz iplerle saç örgüsü yaptı, açılmasın diye de sonuna düğmek ataraktan.Genç kızların dileği yerini bulsun, evin bereketi olsun, seven iki gönül bir, canlar sağ, yollar açık, kimsecikler hasret çekmesin, gidenler dönüp evin yolunu bulsun diye.Bize; çocuklara masallar anlatırdı.Bir varmış bir yokmuş diyerekten başlar,nedense pireleri berber etmeden uzak dağ köylerinin yalnızlığa itilmişliğini ve kurt,çakal ulumalarına terk edilmişliğini anlatırdı.Bir zamanlar güzelliği ve özgün mimarisiyle dillere destan olan Harran şehri süslerdi masallarını.Muhtemelen yok olmaktan kurtardığı bazı eski Yunan elyazmalarını bağrına basmışdı.
Bizim yanımıza geldiğinde,işaret ederek:“Sen” dedi saçlarımı okşarken, “Bu bucak sana dar gelir, bu dağ,yayla seni tutamaz, engel olamaz. Seni uzun, uzak yollar bekliyor.”
Yüreğimi bir telâş bastı. Köyümü çok özleyecektim... Ana-babamı, çocukluğumu..Ağzımı açtım lakin bir şeyler söyleyemedim. Susamıştım o an, yutkundum. Kalkıp oradan gitmek istedim. Hemen yollara düşüp gidecekmişim gibi geldi bana, vazgeçtim ve bir daha yerimden kımıldamadan öylece kalakaldım.“Gün döner gece olur. Gün yırtıp her seferinde karanlığın bir yerini, ışık olur. Zaman akar devran döner. Gün güne eklenir ay, ay aya eklenir yıl olur. Çok düğün olur davullar vurulur. Hepiniz büyür er kişi olursunuz.”Başlamıştı masal.Ak sakalını sıvazladıkça bir ışık çakıp gözlerinde ışırdı. Birileri,dünden getirip masalı orada bırakmışlardı.O, onların bıraktığı yerden başlayıp anlatıyordu.“Her adım bir sonrakini çağırır. Her yürüyen menzile biraz daha yaklaşır. Bugün dünden, yarın bu günden güzel olur. İnsanoğlu aç bir kurda benzer. Gündüz gözü ile kümes talan eden tilkiye benzer. Bazen saf bir koyun gibi bıçaklara yürür.İnsanın en makbulü ise karınca gibi çalışanı. Bir olup birlik olanı. Aşını ekmeğini aslanın ağzından alanıdır.”Etrafında oluşan çember gittikçe büyüyordu. Çember büyüdükçe daha çok sokuluyorduk birbirimize. En içte çocuklar bağdaş kurmuş oturmuşlardı.Onların hemen arkasında yetişkin erkekler diz çökmüşlerdi, en dışta da kadınlar ayakta duruyorlardı. Kimsede ses yoktu. Hepimiz; çocuklar, genç kızlar erkekler, yetişkin erkek ve kadınlar pür dikkat onu dinliyorduk.“Yüreğin en makbulü” dedi.Sıra yüreğe gelmişti.“Sevmesini ve bağışlamasını bilendir. Sevmeyen yürekler, pas tutmuş demir gibidir. Bir işe yaramaz. Yollara düşenler, dağları aşanlardır. Gün olur, kan kardeşliği, yerini ter kardeşliğine bırakır. Gün olur, onların teri ve avuçlarının içindeki güller konuşur.Dağları saran, köy yollarını tutan bu miskinliğimiz, demir gibi erir, şekil alır gürz olur. Her bir sümüklü oğlan, her bir naçar kız, Ferhat olur, Şirin olur.Mevsim döner, yaz olur. Uğruna ölecek aşklar olur.Elmadaki diş izinden bu yana gülmedi insanlığın yüzü. Gülecek. Nar olup açacak. Gün olur yalanı, yılanı bir gülmece olur. O zaman gülecek insan.”Bakışlarıyla içeri girip yüreklerimizi tutuyordu sanki. Gözlerimizden okuyordu alnımızdaki yazgıyı. Her sakalını sıvazlayışıyla, ışıklanıp parıldıyordu gözleri ve bizi sarıp sarmalıyordu.“Sevmek zor iş. Sevmek emek ister” deyip bitirdi sözlerini. Akabinde,“Akşam olmakta, yollar bizi bekler, yollara düşme vakti” deyip hazırlanmaya başladı.Yaşlı ellerini toprağa basıp doğruldu. Heybesini omuzladı. Yollara düştü. İnce köy yollarında bir toz kalktı, bir toz duruldu. Derviş geldiği gibi gitti. Ardında bıraktığı kelamları,rüyalarımıza misafir olan masalları kaldı.
Efrasiyab..
Tamu
Bilginlerin esrarengiz yazıları incelediği Darüssena, simyacıların,madrabazların ve daha nicelerinin düş gücünü azdıren bu dairevi şehrin Basrakapısının karşısındaydı. Bu binanın zemin katında, kendi kendine işleyenaygıtların yapıldığı, altını iki katına çıkaran formüllerin sınandığı,akıllara durgunluk veren silahların denendiği işlikler vardı. Burada aletlerinyayları kurulur, sarkaçlar koyverilir, pergeller döner, imbikler fokurdardı.İkinci katta ise bu âlemin gidişatına yön veren ilkeler incelenirdi. Hastamadenleri, saf halleri olan altına dönüştürecek eliksirin hassaları, kızistemek ve savaş açmak için uygun zamanları gösteren takvimlerin ayrıntıları,gezegenlerin tuzlar üzerindeki etkileri burada tartışılır ve sonucabağlanırdı. Üçüncü ve son kat ise, rafları kitaplar ve parşömenlerle tıka basadolu olan o kadar muazzam bir kütüphaneydi ki, burada Halid bin Yezid'in"Firdevs el Hikme"sini bulmak bile mümkündü. Bu binada ayrıca çatıdan bodrumakadar inen ve ağzında sağlam bir kapak bulunan bir "kuyu" vardı. On kulaçderinliğinde olan bu kuyunun dibinden gökbilimciler, bir düzenekle kapağı açıphava aydınlıkken bile yıldızları gözleyebilirlerdi. Küçük bir kalegörünümündeki Darüssena'ya bir casusun ya da parmağında zehir dolu bir yüzüklebir intahar fedaisinin sızması mümkün değildi. Çünkü buranın bir tek kapıdanbaşka girişi yoktu. Gündüzleri tavandaki delikten giren güneş ışığı aynalarvasıtasiyle bütün odalara, işliklere ve hücrelere yansıtılırdı. Kundakçılarave fedailere karşı türlü tuzaklar geliştirilmişti. Damda, avluda ya da içeridesık sık, ya Zühre'nin ışığının erbezlerini patlattığı bir Moğola, ya da mizaçdengesi bozulup gözleri taşa dönüşmüş bir Gazneliye, yahut madeni şişelerehapsolmuş Karmatlılara rastlanırdı.Bilginler, kurşun lahitten kalıbını aldıkları anlaşılmaz yazıları işteböyle bir yerde inceliyorlardı. Sabahtan bu yana kafa patlatmalarına rağmenvarabildikleri yegâne sonuç bunun, içinden kolayca çıkılabilecek bir işolmadığıydı. Esrarengiz metin şu ifadeyle başlıyordu:
İhsan Oktay Anar/1996
Tasavvufda Edeb ve Ahlak
İslami hükümler genel olarak üç ana grupta incelenir. a. İtikat, b. İbadet, c. Ahlak. Aslında bu hükümlerin sahaları kısmen birbiriyle örtüşür. Geniş bir bakış açısından itikada ve ibadete ait hükümleri ahlaki hükümler içerisinde değerlendirmek de mümkündür. Bu sebeple peygamber efendimiz "güzel ahlakı tamamlamak için insanlığa gönderildim" buyurmuştur.Aşağıdaki ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere geniş anlamda din, güzel ahlaktan ibarettir. Bu sebeple Cenab-ı Hakk Kuran-ı Kerim'de Efendimiz (s.a.v) hakkında; "Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin" (Kalem Suresi, 4) buyurarak onu övmüştür. Peygamber efendimizin ahlakı ise, Kuran-ı Kerim'in hayata tatbikinden ibarettir. Çünkü sahabe (r.anhum) Hz. Aişe (r.anha) validemize, efendimizin (s.a.v) ahlakından sorduğunda; onun ahlakının Kuran olduğunu söylemiştir. Peygamber (s.a.v) şu hadisi şerifi bu konuya işaret etmektedir."Beni rabbim terbiye etti ve edebimi güzel eyledi." Yine islam'da ahlakın ehemmiyetini efendimizin şu hadisleri de en güzel şekilde ortaya koymaktadır.: 1- "Din güzel ahlaktır." 2- "Müminlerin iman bakımından en mükemmeli ahlakı en güzel olanıdır." 3- "Bir mümin güzel ahlakıyla, geceleri ibadet eden gündüzleri oruç tutan kimselerin derecesine erişir." Edeb, lügatte sevilen şey, sevilen iş, nefsi gerektiği şekilde terbiye etmek, güzel ahlâk ile süslemek demektir. Sûfiyye dilinde: Kişinin kendinden yüksekte bulunan kimsenin haline göz dikmemesi, kendinden küçüğünü de hakir görmemesidir. Ahlak deyince insanın davranışları anlaşılır. İnsanın, dinin ve aklın ölçülerine uygun davranışına ise güzel ahlak denir. Güzel ahlak, edep diye de ifade edilir. Müridin kendisiyle, şeyhiyle, ihvanıyla ve sair insanlarla bulunduğunda riayet etmesi gereken âdabı vardır.
-Bu yazı Muhammed Emin Er'in 'ADAB RİSALESİ' adlı eserinden derlenmiştir
Bhagavat Gita,Bölüm 18
Arcuna:
1. Ey yüce olan, ben terk gerçeğinin ve ayrıca fiilden el etek çekme gerçeğinin özünü ayrı ayrı bilmeyi arzuluyorum.
Krişna:
2. Hikmet sahipleri Sannya'yı, arzu duyulan fiillerin terki olarak anlarlar; bilgeler ise Tyaga'nın tüm fiillerin meyvelerinden el etek çekme olarak açıklarlar.
3. Bazı filozoflar kötülük kaynağı olduğundan tüm fiillerden el etek çekilmesi gerektiğini açıklarlarken, bazıları ise takdime (hediye), kurban ve çileden vazgeçilmemesi gerektiğini açıklarlar.
4. Bu fiilden el etek çekme konusundaki nihai gerçeği ya da sonucu Ben'den dinle, ey Bharata'ların en iyisi; doğrusu fiilden el etek çekmenin üç çeşit olduğu açıklanmıştır.
5. Kurban, hediye ve çile fiillerinden el etek çekilmemeli, tersine (bu fiiller) yapılmalıdır; kurban, hediye ve çile bilgelerin arılaştırıcısıdır.
6. Ama bu fiilleri bile yaparken bağımlılık ve (yapılan fiile karşılık) ödüller için duyulan arzu bir kenara bırakılmalıdır, ey Arcuna! Benim kesin ve en iyi kanaatim budur.
7. Doğrusu, zorunlu fiillerin terki uygun değildir; yanılgıdan ötürü bunlardan el etek çekmenin Tamasik olduğu açıklanır.
8. (Acı verici olduğundan) bedensel sıkıntı verir korkusuyla fiilden el etek çeken kişi, böyle bir Rajasik terki yapmaktan dolayı terkin sağladığı hakedişleri elde etmez.
9. Ey Arcuna, zorunlu fiili, sadece yapılması gerektiği için yapar, bağımlılıktan ve ayrıca (yaptığın fiile karşılık) ödüller için duyduğun arzudan el etek çekersen, bu terke Sattvik olarak bakılır.
10. Terki yapan kişi, arılık, zeka ile kaplanmış olarak ve şüphelerini parçalara ayırarak, ne hoşa gitmeyen işten nefret eder ne de hoşa giden işe bağımlılık duyar.
11. Doğrusu, bedenlenmiş varlık için fiilden tamamen el etek çekmek mümkün değildir; ama fiillerin ödüllerinden vazgeçen kişi, doğrusu terki yapan kişi olarak adlandırılır.
12. El etek çekmeyenlerin üç katlı olan fiillerinin meyvesi -kötü, iyi ve karışık olarak- ölümden sonra gerçekleşir ama ele etek çekenlerinkiyse asla gerçekleşmez.
13. Ey koca kollu Arcuna, tüm fiillerin üstesinden gelmek için Sankya Sisteminde açıklanan beş nedeni Benden öğren!
14. Beden, yapan, farklı duyular, farklı çeşitteki fonksiyonlar ve ayrıca beşinci olarak hükmeden İlah,
15. Kişi; bedeni, sözü ve aklı ile hangi fiilde bulunursa bulunsun, doğru olsa da olmasa da, bu beşi bunun (bu fiilin) sebebidir.
16. Şimdi, durum bu olunca, eğitimsiz anlayışın tesiri altında olan, ayrı olan Özben'ine fail olarak bakan kişinin, sapıtmış zihninden ötürü görmediği söylenir.
17. Egoistik zandan her zaman kurtulmuş olan, zihni (iyi ve kötü ile) lekelenmemiş olan kişi, bu kişileri kılıçtan geçirse bile, o kişi kılıçtan geçirmez ve (fiille) bağlanmaz.
18. Bilgi, bilinebilen ve bilen, fiilin üç katlı dürtüsünü oluşturur; organ, fiil ve fail de fiilin üç katlı temelini oluşturur.
19. Bilgi, fiil ve failin, Guna'lar biliminde (Sankhya Sisteminde), Guna'ların farkına göre, sadece üç çeşidi olduğu açıklanmıştı. Layıkıyla bunları dinle.
20. Yok edilmez tek Gerçeklik'i, tüm ayrı varlıklarda ayrı ayrı olarak değil de, tüm varlıklarda gören kişinin bilgisinin Sattvik olduğunu bil.
21. Ama, tüm varlıklarda biri diğerinden farklı olan, farklı türdeki çeşitli varoluşlar gören kişinin bilgisinin Rajasik olduğunu bil.
22. Ama, tek bir tepkiye sanki herşeymiş gibi sebepsiz yere, Gerçek'le dayanağı olmadan, abes olarak yapışan (bilginin) de Tamasik olduğu açıklanır.
23. Hiç bir ödül için bir arzu duymayan bir kişi tarafından sevgi ve nefret duyulmadan yapılan, (Kutsal kitaplarda) emredilmiş, bağımlılıktan kurtulmuş olan fiilin Sattvik olduğu açıklanmıştır.
24. Ama bir arzunun tatmin edilmesi ve bir kazanç sağlanması özlemiyle egoizmle veya çok fazla çaba ile yapılan fiilin Rajasik olduğu açıklanmıştır.
25. Yanılgıdan dolayı yüklenilen, kayıptan, yaralanmadan ya da (kişinin) yeteneklerinden yana olabilecek sonuçları göz önünde bulundurulmayan fiilin Tamasik olduğu açıklanmıştır.
26. Bağımlılıktan kurtulmuş olan, egoist olmayan, iradeli ve gayretli olan, başarı ve başarısızlıktan etkilenmeyen kişinin Sattvik olduğu söylenir.
27. Tutkulu, fiillerin meyvelerini elde etmeyi arzulayan, zalim, aç gözlü, arı olmayan, neşe ve üzüntüden etkilenen failin Rajasik olduğu söylenir.
28. Tutarlı olmayan, kederli, yola getirilmez, hilekar, kötü niyetli, kaba, tembel ve yılgın olan failin Tamasik olduğu söylenir.
29. Ey Arcuna, tam ve kesin olarak açıkladığım, zihin ve şaşmaz değişmezliğin Guna'lara göre üç katlı bölümünü dinle.
30. Çalışmanın ve terkin yolunu bilen, neyin yapılması ve neyin yapılmaması gerektiğini, korku ve korkusuzluğu, zincire vurulmayı ve bağımsızlığı bilen zihin Sattvik'tir, ey Arcuna!
31. Dharma ve Adharma'yı ve ayrıca neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiğini hatalı olarak anlayan zihin Rajasik'tir, ey Arcuna!
32. Karanlıkla sarmalanmış, Adharma'ya Dharma diye bakan ve herşeyi yanlış anlayan zihne Tamasik denir, ey Arcuna!
33. Yoga yoluyla, aklın, yaşam-gücünün ve duyuların işlevlerinin dizginlendiği; kararlı şaşmaz değişmezlik Sattvik'tir, ey Arcuna.
34. Ama, ey Arcuna, bağımlılıktan ve ödüle duyduğu arzudan dolayı, zevklerin tadını çıkarmak ve servet sahibi olmak adına Dharma'ya sıkıca yapışan şaşmaz değişmezlik Rajasik'tir.
35. Uykudan, korkudan, kederden, ümitsizlikten ve ayrıca kibirden el etek çekmeyen aptal adamın şaşmaz değişmezliği ise Tamasik'tir, ey Arcuna!
36. Ey Arcuna, şimdi de, uygulama yapılmasıyla haz veren ve elbette acıların sonunu getiren üç katlı zevki duy Benden.
37. Başlangıçta zehir gibi olan, ama sonunda nektar gibi olan, İçsel-farkındalıktan ötürü kişinin aklının arılaşmasıyla ortaya çıkan zevkin Sattvik olduğu açıklanmıştır.
38. Duyu organlarının (duyu) nesneleriyle olan irtibatından ortaya çıkan, önce nektar gibi gelen ama sonunda zehir gibi olan zevkin ise Rajasik olduğu açıklanmıştır.
39. Başlangıçta ve sonda benliği aldatan, uykudan, tembellikten ve pervasızlıktan doğan zevkin ise Tamasik olduğu açıklanmıştır.
40. Ne dünyada ne de cennette tanrılar arasında, Doğa'dan doğan değerlerden özgürleşmiş bir varlık vardır.
41. Brahmana'lar, Kşatriya'lar ve Vaişya'lar ve ayrıca Sudra'lar arasındaki görevler (bu kastlarda bulunan kişilerin) kendi doğalarına uygun bir şekilde dağıtılmıştır, ey Arcuna!
42. Sukunet, kendine hakimiyet, çile, arılık (saflık), affetme ve ayrıca dürüstlük, bilgi, farkındalık ve Tanrı'ya olan inanç kendi doğalarına göre doğan Brahmana'ların görevleridir.
43. Yiğitlik, ihtişam, dayanıklılık, el mahareti ve ayrıca savaştan kaçmamak, eli açıklık ve azamet de kendi doğalarına göre doğan Kşatriya'ların görevleridir.
44. Tarım, sığır davarlığı ve ticaret kendi doğalarına göre doğan Vaişya'ların görevidir; ve hizmeti içeren fiiller de kendi doğalarına göre doğan Sudra'ların görevidir.
45. Kendi görevine kendisini adayan kişi mükemmeliyete ulaşır. Kişinin kendi göreviyle meşgul olurken nasıl mükemmeliyete eriştiğini dinle şimdi.
46. Tüm varlıkları geliştiren ve herşeyi kaplayan O'na, kendi göreviyle sevgi ve saygıda bulunan kişi mükemmeliyete erişir.
47. Hakedişten yoksun olsa da kişinin kendi görevini yapması, başkasının görevini iyi bir şekilde yapmasından daha iyidir. Kendi doğası gereği emredilen görevi yapan kişi günaha girmez.
48. Ey Arcuna, kişi kendisinin doğmuş olduğu görevden, görev hatalı olsa bile, el etek çekmemelidir; çünkü ateş nasıl dumanla çevrelenirse, girişilen işler de kötülükle çevrelenmiştir.
49. Zihni her yerde bağımsız kalan, kendi benliğini itaat altına almış, arzulardan yakasını kurtarmış kişi, terk yoluyla fiilden özgürleşmenin yüce durumuna ulaşır.
50. Ey Arcuna, mükemmeliyete ulaşan kişinin, bilginin yüce durumu olan Brahman'a nasıl eriştiğini kısaca Ben'den öğren.
51. Arı bir zihin ihsan edilmiş olan, kendini metanetle kontrol altına almış, sesten ve diğer nesnelerinden vazgeçmiş ve kin ve cazibenin her ikisinden de ele etek çekmiş,
52. Yalnız yaşayan, az yiyen, söz, beden ve aklını itaat altına almış, her an konsantrasyon ve meditasyonla meşgul olan, serinkanlılığa sığınan,
53. Egoizmden, güçten, kibirden, öfkeden, arzudan ve açgözlülükten el etek çekmiş, "benim" zannından kurtulmuş olan, huzurlu olan kişi Brahman haline gelmeye uygundur.
54. Brahman haline gelerek, Özben'de sakin kalan kişi ne kederlenir ne de (bir şeyi) arzular; tüm varlıklara karşı aynı olarak, Bana yüce adanmaya ulaşır.
55. Adanma yoluyla, kişi Benim gerçekten ne ve kim olduğumu bilir; ve Beni gerçekten bilerek, Yüce olanın derhal içine girer.
56. Her zaman tüm fiillerini yapan, Bana sığınan kişi Lütfumla ebedi, yok edilmez duruma ya da meskene ulaşır.
57. Zihnen tüm fiillerini Ben'de terk ederek, Beni en yüce hedefin yaparak, ayrım Yogasına başvurarak, her zaman aklını Bana odakla.
58. Aklını Bana odaklayarak, Lütfumla tüm engellerin üstesinden geleceksin; ama egoizmden dolayı Beni duymazsan, yok olup gideceksin.
59. Egoizmle dolu olarak, "Savaşmayacağım" dersen, bu manasızdır, sen çözüleceksin; Doğa seni mecbur edecektir.
60. Ey Arcuna, kendi doğandan doğan Karma'na zincirlenmiş olduğundan, yanılgından ötürü yapmamayı dilesen bile, çaresiz bunu yapacaksın!
61. Rab, Kendi aldatıcı gücü vasıtasıyla, sanki bir makineye konmuş gibi dairesel dönüşler yapmalarına neden olduğu tüm varlıkların kalplerinde oturur, ey Arcuna!
62. Tüm varlığınla sığınmak için O'na git, ey Arcuna! Lütfuyla, yüce huzura ve ebedi meskene ulaşacaksın.
63. Böylece, gizin kendisinden bile daha gizli olan bilgelik sana Tarafımdan açıklanmıştır; bunu tam olarak derinlemesine düşündükten sonra, nasıl istersen öyle hareket et.
64. Herşeyden daha gizli olan, Benim yüce sözümü tekrar duy; seni çok sevdiğim için, sana neyin iyi olduğunu anlatacağım.
65. Aklını Bana odakla, Bana adan, Bana kurbanda bulun, Benim önümde eğil. Bana geleceksin; Sana (bunun için) gerçekten söz veriyorum, (çünkü) ben seni severim.
66. Tüm görevlerinden el etek çekip, sadece Bana sığın; üzülme, seni tüm günahlarından özgürleştireceğim.
67. Bu (bilgiyi), çile (uygulaması) yapmayan, adanmayan, ya da karşılık olarak hizmette bulunmayan, ya da dinlemek istemeyen, ve de Bana yersiz itirazlarda bulunan kişilere asla söylemeyeceksin.
68. Bana duyduğu yüce bir adanmayla (dolu olarak) adanmışlarıma bu yüce sırrı öğreten kişi şüphesiz Bana gelecektir.
69. Ne insanlar arasında Benim için daha hoş bir hizmette bulunan kişi vardır, ne de bu dünyada Benim için ondan daha değerli biri olacaktır.
70. Ve kim bizim bu kutsal diyaloğumuzu çalışırsa, o kişi, bilgelik-kurbanı yoluyla Bana sevgi ve saygıda bulunuyordur; Benim kanaatim budur.
71. Ayrıca, inanç dolu ve kötülüklerden kurtulmuş olarak, kim bunu duyarsa, o da özgürleşerek, erdemli işlerde bulunanların mutlu dünyalarına erişecektir.
72. Ey Arcuna, bunu (bu öğretimi) tek noktaya odaklı bir akılla dinledin mi? Ey Dhanancaya, cehalet (-ten doğan) yanılgın tamamen yok oldu mu?
Arcuna:
73. Lütfunla hafızamı (bilgimi) tazeleyince, yanılgım yok oldu, ey Krişna! Ben artık kararlıyım, şüphelerim yok oldu. Senin sözüne göre hareket edeceğim.
Sancaya:
74. Böylece, Krişna ve yüksek-ruhlu Arcuna arasındaki tüyleri diken diken eden, bu harika diyaloğu dinledim.
75. Vyasa'nın lütfuyla, bu yüce ve çok gizli Yoga'yı, direkt olarak Yoga'nın Rabbi olan Krişna'nın Kendisinin açıklamasından dinledim.
76. Ey Kral, Krişna ve Arcuna arasında geçen bu harika ve kutsal diyaloğu hatırladıkça, tekrar tekrar seviniyorum.
77. Ve ayrıca, Hari'nin bu en muhteşem biçimini tekrar ve tekrar hatırladıkça, şaşkınlığım artıyor, ey Kral! Ve ben tekrar tekrar seviniyorum!
78. Nerede Yoga'nın Rabbi Krişna varsa, nerede okçu Arcuna varsa, orada refah, mutluluk, zafer ve takip edilen karalı bir yol vardır; benim kanaatim budur.
Kaynak: http://www.angelfire.com/indie/yogamerkezi/ceviriler/bgita/bgita.htm
Bhagavat Gita,Bölüm 17
Bhagavat Gita,Bölüm 16
Krişna:
1. Korkusuzluk, kalbin saflığı, Yoga ve bilgide kararlılık, sadaka verme, duyuların kontrolü, kurban, (kutsal) metinlerin incelenmesi, çile ve dürüstlük,
2. Zarar vermeme, doğruluk, öfkenin olmaması, terk, huzurlu olma, hilerkar olmama, varlıklara karşı şefkatli olma, açgözlü olmama, nazik olma, alçak gönüllü olma, kararsız olmama,
3. Gayret, affetme, sabır, arılık, nefret duymama, gururlu olmama - bunlar ilahi durumda doğmuş olanlara ait özelliklerdir, ey Arcuna!
4. İkiyüzlülük, kibir, kendini aldatma, kabalık ve ayrıca öfke ve cehalet ise şeytani durumda doğanlara ait özelliklerdir, ey Arcuna!
5. İlahi doğa özgürlüğe kavuştururken, şeytani doğa insanı zincirlere bağlar. Ey Arcuna, kederlenme, çünkü sen ilahi özelliklerle doğdun!
6. Bu dünyada iki tür insan vardır- ilahi ve şeytani; ilahi uzun uzadıya anlatıldı; ey Arcuna şimdi Ben'den şeytani olanı dinle!
7. Şeytani olanlar ne yapacaklarını ve neden kaçınmaları gerektiğini bilmezler; ne arılık, ne doğru davranış, ne de doğruluk onlarda bulunmaz.
8. Onlar, "Bu evren; doğru, (ahlaki) bir temel ve bir Tanrı olmaksızın, sadece karşılıklı birleşmeyle (cinsel birleşmeyle) meydana gelmiştir, (bu meydana geliş) sebebi şehvettir; başka ne olabilir ki?" derler.
9. Bu görüşe tutunan, dar zekalı ve ruhsal zekası kıt bu harap olmuş ruhlar, yok etmek için dünyanın karşısına çıkarlar.
10. Tatmin edilemez arzularla, ikiyüzlülük, gurur ve kibirle dolu olarak, yanılgıdan ötürü kötü fikirler besleyerek, saf olmayan niyetlerle çalışırlar.
11. Kendilerini sadece ölümle biten ölçüsüz endişelere teslim ederek, şehvetin verdiği hazzı en yüksek hedefleri yaparak ve bunun ötesinde bir şey olmadığından emin olarak,
12. Ümidin yüzlerce zincirine bağlanmış, şehvet ve öfkeye teslim olan bu kişiler duyusal zevk için kanunsuz yollarla servet biriktirmek için çabalarlar.
13. "Bugün bunu kazandım; bu arzuyu elde edeceğim; bu benim ve bu zenginlik de gelecekte benim olacak"
14. "Bu düşmanı kılıçtan geçirdim ve diğerlerini de kılıçtan geçireceğim. Ben efendiyim; ben zevkini çıkarıyorum; ben mükemmelim, güçlüyüm, mutluyum."
15. "Ben zenginim ve soylu bir ailede doğdum. Kim bana denk olabilir ki? Ben kurban veririm. Ben bağışta bulunurum. Ben sevindireceğim." - böylece, cehaletle yanılgıya düşmüş,
16. Hayallerle şaşırtılmış, yanılgı tuzağına düşmüş, şehvetin verdiği hazların müptelası olmuş bu kişiler iğrenç bir cehenneme düşerler.
17. Kendini aldatarak, inatçı olarak, zenginlikten doğan gurur ve sarhoşlukla dolu olarak, gereksiz gösteriş yoluyla (kutsal) metinlerde geçen kuralların tersine, adet yerini bulsun diye kurbanlar yaparlar.
18. Egoizme, güce, kibirliliğe, şehvete ve öfkeye teslim olan bu kişiler, kendi bedenlerinde ve diğerlerinin bedenlerinde bulunan Ben'den nefret ederler.
19. Bu düyadaki tüm insanların en kötüleri olan, bu zalim, içi nefretle dolu olarak kötülük yapanların hepsini, Ben daima sadece ifritlerin rahimlerine savururum.
20. Şeytani rahimlere giren, her bir doğumla daha da yanılgı içine düşüp Bana ulaşamayan bu kişiler bulundukları koşulların daha da altına düşerler, ey Arcuna!
21. Benliği yok eden bu cehennemin kapısı üç adettir - şehvet, öfke ve aç gözlülük- bu yüzden, kişi bu üçünden de vazgeçmelidir.
22. Ey Arcuna, karanlığın bu üç kapısından kurtulmuş olan kişiler, kendileri için iyi olanı uygulayıp, böylece Yüce hedefe giderler!
23. (Kutsal) metinlerdeki kuralları reddederek, arzunun güdüsüne göre hareket eden kişi, ne mükemmeliyete, ne mutluluğa, ne de yüce hedefe ulaşır.
24. Bu yüzden, ne yapılması ve yapılmaması gerektiğini karar vermede bırak (kutsal) metinler söz sahibi olsun. Bu dünyada, (kutsal) metinlerde yazan kuralların ne söylediğini bilerek, hareket etmelisin.
Bhagavat Gita,Bölüm 15
Bhagavat Gita,Bölüm 14
Bhagavat Gita,Bölüm 13
Arcuna:
1. Ben Doğa (madde) ve Ruh'un ne olduğunu, Alanı ve Alanı Bilen'i, bilgiyi ve bilinmesi gerekeni öğrenmeyi arzuluyorum.
Krişna:
2. Ey Arcuna, hikmet sahibi olup da her ikisini (Alanı ve Alanı Bileni) bilenlerce, bu bedene Alan; bu bedeni bilene de Alanı Bilen denir.
3. Ben'i ayrıca tüm alanların Alanını Bilen olarak bil, ey Arcuna! Alanın ve Alanı Bilenin bilgisine Ben, bilgi gözüyle bakarım.
4. Alanın ne olduğunu ve neden yapıldığını, gelişimlerinin ne olduğunu ve neden olduğunu, ve ayrıca O'nun kim olduğunu ve O'nun güçlerinin ne olduğunu kısaca Ben'den duy.
5. Hikmet sahipleri muhakeme ve kararlılıkla dolu olarak, çeşitli şekillerde farklı ilahiler ve ayrıca Mutlak'ı işaret eden manalı kelimeler söylemişlerdir.
6. Büyük elementler, egoizm, zihin ve ayrıca tezahür etmemiş Doğa, on duyu ve diğeri, ve duyuların beş algılamaları,
7. Arzu, nefret, zevk, acı, bütün (beden), sabır ve zeka - (işte) gelişimleriyle birlikte Alan kısaca bu şekilde tanımlanmıştır.
8. Alçakgönüllülük, taklit etmeme, zarar vermeme, affetme, dürüstlük, öğretmene yapılan hizmet, saflık (arılık), dayanıklılık, kendine olan hakimiyet,
9. Duyuların algıladığı nesnelere karşı kayıtsız olma, ayrıca egoizmin olmaması; doğumdaki, ölümdeki, yaşlılıktaki, hastalıktaki ve acıdaki kötülüğü algılama,
10. Bağımlı olmama, Özben'i oğul, eş, ev ve diğerleriyle özdeşleştirmeme, ve arzulananın da arzulanmayanın da başarılması durumunda sürekli olarak dengeli (dengeli bir akla sahip olma) kalma,
11. Ayrılmazlık Yoga'sı yoluyla Bana yapılan yoldan sapmayan bir adanma, yalnız yerlerde kalma, insan topluluklarından haz almama,
12. Özben bilgisindeki süreklilik, gerçek bilginin sonunu algılama - bunların bilgi olduğu açıklanmıştır ve bunun tersi olana da cehalet denir.
13. (Şimdi Ben) bilindiğinde kişinin ölümsüzlüğe kavuştuğu bilinmesi gerekeni, (yani) ne varlık olarak ne de yokluk olarak adledilen, başlangıcı olmayan yüce Brahman'ı açıklayacağım.
14. Elleri ve ayakları her yerde, gözleri, başları ve ağızları her yerde, kulakları her yerde olan O, her şeyi sararak dünyalarda var olur.
15. (O) Tüm duyuların işlemesiyle parlayan yine de duyuları olmayandır; bağımlı olmayan yine de her şeyi destekleyendir; değerleri olmayan yine de bu değerlerin deneyimcisi olandır,
16. Hareket eden ve etmeyen (tüm) varlıkların içinde ve dışında olandır; süptilliğinden dolayı O bilinemez; hem yakında hem de çok uzakta olan O'dur.
17. Ve bölünmezdir, yine de O, varlıklarda sanki bölünmüş gibi varolur; O, varlıkların destekçisi olarak bilinir; O hem yok edicidir hem de meydana getirendir (doğurandır).
18. Tüm ışıkların Işık'ı olan O, karanlığın ötesindedir; bunun, herşeyin kalbinde yatan bilgi, Bilinebilen ve bilginin hedefi olduğu söylenir.
19. Böylece, Alan, bilgi ve Bilinebilen kısaca açıklandı. Bana adananlar bunu bilerek, Varlığıma girerler.
20. Doğa'nın ve Ruh'un başlangıçsız olduğunu bil; tüm değişimlerin ve değerlerin Doğadan kaynaklandığını da bil.
21. Etki ve tepki üretiminde, Doğa'nın (maddenin) etki olduğu söylenir; zevk ve acı deneyiminde (bireysel) ruh'un etki olduğu söylenir.
22. Doğa'da bulunan ruh, Doğa'dan doğan değerleri deneyimler; bu değerlere olan bağımlılık (o ruhun) iyi ve kötü rahimlerde doğmasının sebebidir.
23. Bu bedendeki Yüce Ruh'a, ayrıca seyirci, izin veren, destekleyen, zevk alan, büyük Rab ve Yüce Özben de denir.
24. Kim Ruh'u ve Madde'yi değerleriyle birlikte bilirse, (o kişi) hangi koşul altında bulunursa bulunsun, bir daha doğmaz.
25. Bazıları meditasyon aracılığıyla Özbeni Özben'de Özben'le seyreder, diğerleri bilgi Yoga'sıyla, ve diğerleri fiil Yoga'sıyla seyrederler.
26. Bunu bilmeyen diğerleri de, bunu başkalarından duyarak sevgi ve saygıda bulunurlar; duyduklarına en yüce sığınak olarak bakan bu kişiler de ölümün ötesine geçerler.
27. Nerede bir varlık doğarsa, o varlık hareket etse de etmese de, o varlığın Alan ve Alanı Bilen arasındaki birleşmeden olduğunu bil, ey Bharata'ların en iyisi.
28. Yüce Rabbin tüm varlıklarda eşit olarak var olduğunu, yok olan içinde yok edilmez olanı gören (kişi), (gerçekten) görüyordur.
29. Kişi, aynı Rabbin her yere eşit olarak nüfuz etmiş olduğunu gördüğünden, Özben'i benlik (ego) vasıtasıyla yok etmez (ve) o kişi en yüce hedefe erişir.
30. Tüm fiilleri sadece Doğa'nın yaptığını ve Özben'in fiilsiz olduğunu gören (kişi), (gerçekten) görüyordur.
31. Kişi, çeşitli varlıkların Bir olanda bulunduğunu ve sadece O'ndan yayıldığını gördüğünde, o (kişi) Brahman haline gelir.
32. Başlangıçsız olan ve değerlerden yoksun olan Yüce Özben, (yani) yok edilmez olan, bedende bulunduğu halde, ne fiilde bulunur ne de kire pasa bulaşır, ey Arcuna!
33. Süptilliğinden dolayı, esirin (boşluğun) her yere nüfuz ettiği halde kire pasa bulaşmaması gibi, Özben de, bedenin her yerinde bulunduğu halde, kire pasa bulaşmaz.
34. Tek bir güneşin tüm dünyayı aydınlatması gibi, Alanın Rabbi de (Yüce Özben) tüm Alanı aydınlatır, ey Arcuna!
35. Bilgi gözüyle, Alan ve onu Bilen arasındaki farkı ve ayrıca varlığın Doğa'sından özgürleşmesini algılayanlar, Yüce Olan'a giderler.